9 Ağustos 2019 Cuma

Trepanasyon: Dünyanın En Eski Cerrahi Uygulamalarından Birinin Tarihi


                                C: Wikipedia//CC BY-SA 2.0 FR

1860’lı yıllarda, E.G. Squier isimli Amerikalı bir diplomat, Peru, Cuzco’ya doğru bir yolculuğa çıktı. Antika toplayan varlıklı bir kadının evini ziyaret ettiği sırada eski bir kafatası gördü. Yuca Vadisi’ndeki antik bir İnka mezarlığında keşfedilen bu kafatası, Kolomb öncesi döneme tarihlendiriliyor ve üst ön kısmında büyük, dikdörtgen şeklinde bir delik taşıyordu.
Kafatası, iyi eğitim almış, uzmanlık alanı arkeoloji ve Latin Amerika kültürü olan Squier’ın ilgisini uyandırmıştı. Böylelikle Squier 1865 yılında kafatasını New York’a getirerek New York Tıp Akademi’si üyelerine sundu.
Squier kafatasının, antik Peru halkının bir tür tarihöncesi beyin cerrahisi uyguladıklarının bariz bir kanıtı olduğuna inanıyordu. Deliğin çapraz hatları, insan elinden çıktığını gösteriyordu, Squier da buna dayanarak deliğin oymacılar tarafından ahşap veya metal üzerinde çalışırken kullanılan bir alet olan oymacı kalemiyle açılmış olmasının muhtemel olduğunu öne sürdü. Bu noktada daha da şaşırtıcı olan kafatasında iyileşme izlerine rastlanmasıydı zira bu, hastanın cerrahi müdahaleden sonra en az bir iki hafta daha yaşadığını gösteriyordu.
Tıp camiasının üyeleri olaya şüpheci yaklaştılar ve kesiklerin ölümden önce yapıldığına inanmadılar. Bunun ardından Squier, ünlü Fransız cerrah ve antropolog Paul Broca’nın görüşüne başvurdu. Broca kafatasına bakarak erken yerel toplumların Avrupalıların kıtaya gelmesinden çok önce “ileri cerrahi” uygulamalar gerçekleştirdiği sonucuna vardı.
Beynin en dış zarını açığa çıkarmak ve beyin zedelenmelerini tedavi etmek için kafatası kubbesine delik açma veya kazıma işlemi trepanasyon olarak adlandırılıyor. İlk olarak Hipokratik Koleksiyon’da bahsedilen bu işlem dünyanın en eski cerrahi uygulamaları arasında yer alıyor. (Yunanca kökenli olan trepanasyon kelimesi “delgi” anlamına geliyor) Günümüzde ise tıp camiası bu uygulamayı kraniyotomi olarak adlandırıyor.
Trepanasyon, tarih boyunca dünyanın neredeyse her yerinde uygulanmış. Antik Yunan ve Roma’da uygulandığı biliniyor, hatta günümüzde Afrika, Güney Amerika ve Güney Pasifik’in bazı kısımlarında uygulanmaya devam ettiği bildiriliyor. Antik Yunan’da, kafa basıncını azaltmak, travmatik bir kaza sonrası beyindeki kafatası parçalarını temizlemek ve beynin drenajı için trepanasyona başvuruluyordu. 18. yüzyılda, epilepsi ve zihinsel rahatsızlıkların tedavisinde kullanılıyor, Rönesans’tan 19. yüzyılın başlarına kadar ise başta çıkan yaraları iyileştirmek için rutin olarak uygulanıyordu.
Squier ve Broca’nın zamanındaki Viktoryen Dönem doktorları bu “ilkel” kültürlerin tarih boyunca böylesi bir yöntemi uygulamaya kalktıklarını hiç düşünmemişlerdi. Ayrıca, o dönemde, cerrahi müdahaleden sonra hayatta kalma oranları hastane kaynaklı enfeksiyonlardan dolayı öylesine düşüktü ki, doktorlar antik hastaların trepanasyonun ardından uzun bir süre hayatlarını devam ettirmiş oldukları gerçeğine şüpheyle yaklaştılar.
Broca, Squier’in iddiasının doğruluğunu kabul ettikten sonra, bilim insanları tüm dünyada Neolitik Çağ’a tarihlenen trepan (delinmiş) kafatasları bulmaya başladı. Batı Avrupa, Güney ve Kuzey Amerika’da delinmiş çok sayıda kafatası ele geçirildi. Yıllar içerisinde, trepanasyonun geç Paleolitik Çağ’dan başlayarak birçok farklı toplum tarafından uygulandığı açıkça ortaya kondu.

Uygulama yöntemleri kültürden kültüre değişiyordu. Erken Peru’daki tarihöncesi trepanasyonlar tumi adı verilen kemiği kazımak veya kesmek için kullanılan törensel bir bıçakla gerçekleştiriliyordu. Hipokrat’ın kurduğu Tıp Okulu’nda, trefin adı verilen ve kafatasına delikler açmada kullanılan bir tür alet geliştirildi. Trepanasyon için Güney Pasifik’te uçları keskinleştirilmiş deniz kabukları, Avrupa’da ise çakmaktaşı ve obsidiyen kullanıldığı biliniyor. Rönesans dönemine gelindiğinde bu işlem için bir dizi alet geliştirilmişti. Ancak, yüksek enfeksiyon oranı sebebiyle, uygulama kısa sürede son buldu.
Trepanasyon hem yaşlılarda hem de gençlerde cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin uygulanıyordu. Birçok durumda, tarihöncesi hastalar uygulamadan sonra yıllarca yaşayabiliyordu. Princeton Üniversitesi’nden nörobilim profesörü Charles Gross’un yazdıklarına göre, uygulamadan sonra hayatta kalma oranı tahmini olarak yüzde 50 ile yüzde 90 arasındaydı. Ancak, cerrahı trepanasyon uygulamaya iten şeyin ne olduğu birçok durumda belirsizliğini koruyor.
Peru’da trepanasyon üzerine çalışan, Tulane Üniversitesi’nden antropoloji profesörü John Verano, yaptığı açıklamada, “Peru’da, Güney Pasifik’te ve dünyanın diğer birçok yerinde, trepanasyon kafa yaralanmaları için çok pratik bir tedavi olarak ortaya çıktı. Diyelim ki birinin, kafatasında hasara sebep olan bir yarası var, bu durumda yapılacak şey yarayı temizlemek, kırık kafatası parçalarını almak ve beynin birazcık daha şişmesine müsaade etmek ki bu tür yaralanmalardan sonra beyin şişer.” diyor.
Bazı durumlarda, kafataslarında bariz travma belirtileri görülüyor, bu da trepanasyon uygulamasının altında yatan bir neden olması gerektiğini işaret ediyor. Ancak, arkeologların, üzerlerinde kemiğin içeri girmesiyle oluşan kırık izlerine rastlanmayan trepan kafatasları da bulduğu söyleniyor. Örneğin Squier’in bulduğu ünlü kafatasında herhangi bir kafa yaralanması izi yoktu. Ek olarak, üzerlerinde birden fazla delik olan kafatasları da gün yüzüne çıkarıldı, bu da hastaların bazen birden fazla cerrahi operasyon geçirdiklerini ve hayatta kaldıklarını gösteriyor.
Verano’ya göre, günümüzde Afrika ve Güney Pasifik’te bu uygulamaya şahit olmuş kişiler trepanasyonun kafa yaralanmalarını, baş ağrılarını ve kafa içi basınç artışını tedavi etmede hala kullanıldığını belirtiyor. Dünyanın diğer yerlerinde, trepanasyonun kötü ruhları kovmak veya delileri iyileştirmek için uygulanmış olabileceği düşünülüyor. Fakat yazılı herhangi bir kaynak olmadan, bu tür cerrahi işlemlerin bariz yaralanma olmadığı halde neden uygulandığını kesin olarak bilmek mümkün değil.
Trepanasyon işlemi geçirmiş hastalara anestezi uygulanmamıştı. Bu durum, işlemin can yakıcı olup olmadığı sorusunu da akıllara getiriyor.
Verano, eğer bir kafa yaralanması söz konusuysa hastaların trepanasyon işlemi sırasında baygın olmaları gerektiğini, herhangi bir yaralanmanın olmadığı durumlarda ise hastanın bilincinin işlem sırasında açık olduğunu belirterek, “Kafa derisinde çok sayıda sinir bulunur, dolayısıyla bu deri üzerinde oluşacak herhangi bir kesik can yakar. Bu durumda kanama da fazla olur, ama daha sonra durur. Öte yandan kafatasında çok az sayıda sinir vardır, beyinde ise acı reseptörleri bulunmaz” diyor. Verano açıklamalarına antik trepanasyon uygulayıcılarının beynin en dıştaki zarını kesmedikleri, öyle olsaydı hastanın menenjit olup öleceğini de ekliyor.
Günümüzde, Batı’nın modern hastanelerinde, trepanasyon artık tedavi edici bir işlem olarak görülmüyor. Daha ziyade, bir yarayı debride etmek (çevresindeki ölü veya enfekte dokuyu temizlemek), kafatası basıncını azaltmak veya eksploratori cerrahi uygulamak için kullanılıyor. Ancak, bu köklü cerrahi yöntemin, beyin fonksiyonlarının bedeni kontrol ettiğinin farkında olan tarihöncesi insanlardan başlayarak bin yıllar boyunca uygulanagelmiş olması son derece etkileyici. Acaba gelecekteki insanlar günümüz modern beyin cerrahisi hakkında neler düşünecek!

Mental Floss. 1 Ocak 2016.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder