30 Ağustos 2020 Pazar
Yakima Kızılderilileri’nin Büyük Reisi Veninock 1915 yılında hiç kimseden korkmadan görüşlerini açıklarken şunları söylemiştir: “Biz buraya Gök Tanrı tarafından yerleştirildik. Ben bu topraklara ne başka ülkelerden getirildim, ne de geldim. Ben buraya Gök Tanrı tarafından özel olarak gönderildiğimi biliyorum.” Amerika Kızılderilileri Kristof Kolomb’tan binlerce yıl önce bu topraklarda yaşamış ve hala yaşamaktadır.
24 Ağustos 2020 Pazartesi
Güneş Dansı, Lakota (Sioux) ve hemen hemen tüm Ovalar ülkelerinde uygulanan en önemli törendi.
Güneş Dansı, Lakota (Sioux) ve hemen hemen tüm Ovalar ülkelerinde uygulanan en önemli törendi. Kabile, insanlar ve dünya için bir yenilenme zamanıydı.
Bu yıllık tören için birçok grup bir araya geldiği için köy büyüktü. Her kabile, başka bir çemberin parçası olan kendi çemberinde kamp kurdu. Geniş, dairesel bir alan temizlendi ve dış tarafa çift çubuk halkası dikildi. Dansçılar, şarkıcılar ve izleyiciler için sığınak olarak en üste dallar yerleştirildi.
Kutsal Adamlar ormana gitti ve merkez direk olarak kullanılacak büyük bir pamuk ağacı seçtiler. Bir adam, kesilen ağaçtaki darbeyi saymak için büyük bir eylem ya da cesaret başarısı nedeniyle seçildi. Düşerken yere değmesine izin verilmedi. Ağaç kesildi ve dans alanına geri götürüldü, burada dekore edilip arenanın ortasına dikildi.
Ertesi gün gün doğumunda tören başladı ve herkes dans edebilirdi. Dansçılar dans ederken güneşe baktılar ve yiyecek ve içecek olmadan kısa molalara izin verildi. Bu dört gün boyunca devam etti - genellikle özverili olanlar kendilerini hazırlarken. Genellikle bu erkekler, bir kadının katılması nadir olduğu için belirli bir şey isterlerdi - iyi avlanma becerileri, daha iyi dövüş becerileri veya iyileştirici güçler.
Danstan önce bedenleri ve ruhları Inipi töreniyle arındırıldı. Her dansçının tören boyunca kendisine yardımcı olacak bir akıl hocası vardı. Bu bir Kutsal Adam veya zaten dans etmiş biri olabilirdi.
Kutsal Adamlar bufalo kafataslarını hazırlayıp arenanın etrafına yerleştirdiler. Uzun boylu ham deri orta direğe bağlanmıştı. Dansçılar başlarına ve genellikle bilekleri ve ayak bileklerine halkalar takarlardı; her adam bir kartalın kanat kemiğinden yapılmış bir ıslık taşıyordu.
Dansçılar arenanın etrafında dururken, kutsal adamlar onlara yaklaştı ve göğüslerinin her iki tarafını da bir kemikle deldi. Daha sonra, ham deri kayışlar kemiğe yapıştırıldı. Dans yavaş bir karıştırma olarak başladı.
Bazıları direğe bağlanmamayı seçti. Bunun yerine, kemikleri sırtlarından deldirdiler ve sonra bufalo kafatasları kayışlarla tutturuldu. Dansçılar dans ederken bu ağır kafataslarını etrafa saçıyorlar.
Dansın amacı, kemik parçalarını dansçıların vücudundan çıkarmaktı. Direkteki dansçılar etlerini yırtmaya ve kendilerini serbest bırakmaya çalışarak kendilerini geriye doğru çekti. Sırtlarında kafatasları olanlar kayaların üzerinde ve çalıların arasında dans ettiler. Kafataslarını bir şeyin üzerinde yakalayıp bedenlerinden koparmayı umuyorlardı.
Gün batımında kendilerini serbest bırakmayan dansçılar, akıl hocalarından yardım aldı. Akıl hocaları, dansçıları arkadan yakaladı ve kemikleri deriden ayırmak için onları geriye doğru salladı. Dansçı gün batımına kadar serbest bırakılmadıysa, Kutsal Adamlar kemikleri ilk piercingin tersi olarak çıkardı.
Birçok Güneş Dansçısı bu deneyimden dolayı travma geçirdi ve şok oldu. Törenden sonra, doktorların kendilerine baktığı dansçılar kulübesine gittiler. Ayrıca, Tanrılara övgülerini söyleyen ve dansçıların hızlı bir şekilde iyileşmeleri için dua eden Kutsal Adamlar da katıldı.
Kaynaklar:
Rosebud ve Pine Ridge'de Sundancing, Thomas E. Mails, Graphic Publishing Co., Inc., Iowa, 1978
19 Ağustos 2020 Çarşamba
Asya’dan Amerika’ya Göç ve Kızıldereliler
Asya’dan Amerika’ya Göç ve Kızıldereliler
Amerika Kızılderilileri’nin Sibirya’dan gelerek Bering Boğazı’nı geçmek suretiyle Yeni Kıta’ya yerleştiklerini ilk defa 1589 yılında Jesuit misyonerlerinden Jose de Acosta tarafından yazmıştır. Daha sonraki yıllarda bu teoriyi kanıtlamak için birçok bilimsel araştırmalar yapılmaya başlanmıştır.Buzul Çağı’nın en şiddetli döneminde, MÖ 40000-30000 yıllarında, dünyadaki suyun önemli bir bölümü büyük kıtasal buz katmanları halindeydi. Bunun sonucunda, Bering Denizi bugünkü düzeyinden yüzlerce metre daha aşağıdaydı ve Asya ile Kuzey Amerika arasında, adına Beringia denilen, bir kara köprüsü oluşmuştu. Beringia’nın en geniş döneminde 1.500 kilometre kadar olduğu sanılıyor. Nemli ve ağaçsız bir tundra olan bölge, otlar ve diğer bitkilerle kaplıydı ve bu da ilk insanların yaşamak için avladıkları büyük hayvanları çekiyordu.Kuzey Amerika’ya ilk erişen insanlar, yeni bir kıtaya ayak bastıklarını büyük ihtimalle bilmiyorlardı. Herhalde, atalarının binlerce yıldır yaptığı gibi Sibirya kıyılarında av peşinde koşuyorlardı ve sonra da kara köprüsünü aşmışlardı.
Alaska’ya geldikten sonra ilk Kuzey Amerikalıların buzullar arasındaki geçitleri aşarak şimdi Birleşik Devletler’in bulunduğu güney bölgelerine ulaşmaları için binlerce yıl daha geçmesi gerekti. Kuzey Amerika’da ilk yaşam kanıtları günümüzde de bulunmaya devam ediyor. Ancak, bunların çok azının MÖ 12000 yılından daha eskiye ait olduğu kesinlikle kanıtlanabiliyor; sözgelimi, yakın geçmişte Alaska’nın kuzeyinde bulunan bir av gözetleme yeri yaklaşık bu tarihlerden kalma olabilir. 1930’larda New Mexico’nun Clovis kentinde bulunan, özenle yapılmış taş ok uçları ve diğer bazı eşyalar da Amerika’ya ilk ayak basanların mamut cinsi büyük hayvanları avlayarak geçinen Doğu Asya’lı avcılar olduğunun ip uçları olarak değerlendiriliyor. Zaten Amerika kıtasında 20-30 milyon yıl öncesine ait hiçbir insan fosili bulunmaması da bu göçü kanıtlar niteliktedir.
Kuzey ve Güney Amerika’da belirli yerlerde benzeri eşya bulunması da, Batı Yarıküresi’nin büyük bir kesiminde yerleşimin MÖ 10000 yılı öncesinde gerçekleşmiş olabileceğini göstermektedir.
Anılan dönemde mamutlar yok olmaya ve onların yerini, ilk Kuzey Amerikalıların temel besin ve deri kaynağını oluşturan, bizonlar almaya başladı. Zamanla, gerek aşırı avlanma gerek doğa olayları nedeniyle, pek çok av hayvanı türü yok oldu ve ilk Amerikalıların beslenme kaynağını gittikçe artan ölçüde bitkiler, yemişler ve tohumlar oluşturmaya başladı. Giderek, besin için bitki toplama çabaları ve ilkel tarım denemeleri ortaya çıktı. Bu konuda, şimdi Orta Meksika’nın bulunduğu bölgedeki Kızılderililer (Native North Americans and/or Indians) öncülük ettiler ve belki de MÖ 8000’den başlayarak mısır, kabak ve fasulye yetiştirdiler. Bu konuda edinilen bilgi ve deneyim yavaş yavaş kuzeye doğru yayıldı.
MÖ 3000’e gelindiğinde, New Mexico’nun nehir vadilerinde ilkel bir mısır türü yetiştirilmeye başlanmıştı. Bunun ardından sulamanın ve MÖ 300 dolaylarında da köy yaşamının ilk belirtileri görüldü.
M.S’ki Dönem’de Güney Arizona ve Meksika’da 2 Ayrı Yerleşik Tarım Topluluğu ortaya çıktı. Mogollan ve Hohokam adlı bu Topluluklar’ı birkaç Yüzyıl içinde, Colorada Platosu’nun Kuzeyi’nde Sepetçilikle uğraşan Pueblo ve Anasazi Kültürleri izledi. Bugün Arizona’da Phoenix kentinin bulunduğu yöreye yakın yerleşim birimlerinde, top oynamak için alanların ve Meksika’da bulunanlara benzeyen piramit biçimli kümbetlerin yanı sıra kanal ve sulama sistemleri kuran Hohokam’lar yaşıyordu. Hohokam yerleşimlerinin bulunması o dönemlerde arkeologları şaşırtan bir gelişmeydi. Daha sonra o bölgede binlerce Hohokam yerleşimi daha bulundu. M.Ö 300 yılında tarımla uğraşan Hohokamlar, Meksika’dan Güney Arizona’ya göç etmiş ve Gila-Salt Nehirleri’nin kıyılarında köylerini kurmuşlar, daha sonra da sayıları artınca Gila-Salt’ın merkezine doğru yayılmışlardı. M.S 200 yılında birkaç Hohokam kabilesi, Tuscon Havzası’na göç ederek yeni yerleşimler oluşturdu.
Hohokam yerlileri bitki liflerinden ve hayvan derilerinden basit kıyafetler yapmaktaydılar. Ayaklarını korumak için sandaletler giyer, kışın soğuktan korunmak için panço benzeri güderi kıyafetler giyerken üzerlerine de battaniye alırlardı. Genel olarak tarımla uğraşan yerliler, önceleri doğal yiyecekler yerken zamanla yabani bitkiler ve hayvanlarla da beslenmeye başladılar.
Ortalama olarak M.Ö 40000-30000 yıllarında göçlerle Yeni Kıta ulaşan topluluklar zaman içinde Olmek, Aymara (İnka), Maya, Toltek, Hohokam, Mogollan, Adenan, Anesazi, Aztek gibi uygarlıkları kurarak bugün de bildiğimiz Pueblo’lar, Hopi’ler gibi birçok kabilenin atası olmuşlardır.
Kısaca özetlemek gerekirse;
“TÜRK’ÜN KİMLİK CÜZDANI”
Adı: Türk
Soyadı: Alp-Turanid
Doğum Yeri: Hem Seyhun – Ceyhun nehirleri arası hem de Altay – Tanrıdağ yaylaları
İkametgâhı: Türkistan, Kafkaslar, İdil – Ural ve Türkiye ile Balkanlar.
Ana – Babası: Alp (ak tenli) ve “Asya” Kızılderilileri (Bakır tenli Turanid’ler.)
Oğulları: Kıbrıs/Batı Trakya/Balkan Türkleri, Azerileri, Türkmenler, Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Uygurlar, Altaylılar, Yakutlar, Kıpçaklar, Tatarlar, Başkurtlar, Kerküklüler, Gaga (gök) Oğuzlar, Tuva ve Şor’lar…
Akrabaları (Amca Çocukları gibi ): Macarlar, Finler, Kızılderililer, Japonlar.
Dili: Ural – Altay dil grubundan Türkçe ve bunun lehçeleri.
Eşkalleri: En sık rastlanan tip; orta boylu, beyaz-buğday benizli, yuvarlak başlı (brakisefal), adaleli yapılı, badem gözlü. (Türkiye Türklerinde düz %40.49, Hafif kıvrımlı %41.32) Göz rengi; kestane – ela. Saç rengi; Kestane ya da kara (Başka renklere rastlansa da baskın olan renkler bunlardır.)
“KIZILDERİLİ’NİN KİMLİK CÜZDANI “
Adı: Hintli – İndian (Kolomb’un tanımlaması), Kızılderili (red skin, Peau-Rouge), Amerindian. Nativeamerican
Soyadı: Turanid
Doğum Tarihi: Kuzey Doğu Asya / Sibirya, daha sonra Kuzey Amerika ve Güney Amerika.
İkametgâhı: Kuzey, Orta ve Güney Amerika, Karaip Adaları ve Sibirya’da çok ufak 1-2 topluluk (Paleo-Sibiryenler, belki Tuva’lar)
Dili: 5 ana dalda toplanan 2000 kadar lehçe. Çoğunluğu Türkçenin de bağlı olduğu Ural – Altay dillerinin özellini taşıyor ( Agglutinant yani yapışık ekli). Çok ufak bir kısmı (Otomi Kabilsi) Çince gibi tek heceli. Özellikle Aztek, Maya, Olmek ve İnka uygarlıklarının parladığı bölgelerde 320 kadar Türkçe kelime tespit edilmiştir.
Akrabaları (Yeğen gibi): Türkler, Moğollar, Çinliler.
Eşkalleri: Çoğunluk; cilt rengi, kızıla çalan bakır tenden koyu esmer ve yeni meşin sarısına kadar çeşitli renkler. Göz; hafif çekik ve kara. Saç; kara ve düz. Surat; çıkık elmacık kemikleri, keskin burun ve köse. Kafatası; orta (mezosefal) ve yuvarlak (brakisefal). Boy; orta.
Azınlık; Meksika ve And dağları (Peru) uygarlıkları bölgesinde, üst tabaka ve bazı “rahip-derviş” kimlikli efsanevi şahsiyetler: Ak tenli, sakallı ve bıyıklı, kahverengi saçlı.
Orta Amerika (Maya’lar); diğer Kızılderililer gibi fakat kısa tıknaz ve iri burunlu. Güney Amerika; Polinezyalılar ve Malezyalıları andıran bir tip. Olmek heykellerinde rastlanan Zenci veya Avustralyalıları andıran bambaşka bir tip.
KIZILDERİLİLER VE TÜRKLER ARASINDAKİ BENZERLİKLER
DNA YAPISI
Birçok kaynakta bahsi geçen konuyu 25 Temmuz 1998 tarihli Hürriyet gazetesi haberinden alıntı yaparak aktarıyorum.
“Teori kanıtlandı!
Rus bilim adamları, Kızılderililer’in atalarının Altay Dağları ve Baykal Gölü arasındaki Tuva bölgesinden geldiğini kanıtladılar.
Rusya’da yayınlanan İzvestiya gazetesi “Tuva bölgesinde yapılan detaylı genetik araştırma, Kızılderililerin atalarının Tuvalılar olduğunu gösterdi” diye yazdı.(Tuvalar, Rusya Federasyonu’na bağlı Tuva Özerk Cumhuriyeti’nde yaşayan bir Türk halkı. Tuva’daki arkeolojik kazılarda Göktürkler’e ait pek çok kalıntı bulundu.) Amerika kıtasına ilk insanların 20-30 bin yıl önce Asya’dan geçmiş olduğu zaten biliniyordu. Ancak Kızılderililer ile Asyalılar arasında genetik bağlantılar bilimsel olarak kanıtlanamamıştı. Rus bilim adamları, ABD’de uygulanan Polemaraz zincirleme reaksiyonuyla Kızılderililerin genetik yapısını inceleyince teori, gerçek oldu.
Genetik inceleme
Rusya Bilimler Akademisi Biyoloji Profesörlerinden İlya Zaharov başkanlığında, Moskova ve Tuva Devlet Akademisi’nden altı bilim adamı, Tuva’nın kuzeybatısını araştırmaya karar verdiler. Kızıl kentine 350 km. mesafedeki Kara Hol Gölü kıyısına giderek buradaki göçebe halkı incelediler. Rus bilim adamları, genlerin, anne tarafından aktarılan mitokondrik DNA (mtDNA) kısmı ile ilgilendiler. Çünkü mtDNA, yalnızca kişisel bilgileri değil, ırk kimliğine ait bilgileri de içeriyor.
İnanılmaz benzerlik
Analizlere göre Amerikan Kızılderililerinde dört tip mtDNA (A,B,C,D) var iken, Sibirya halklarında B tipi eksikti. Böylece Sibirya, Amerika kıtasına en yakın Asya bölgesi olmasına karşın, sakinlerinin Kızılderililerin kardeşleri olmadığı belirlendi. Amerikan tipi mtDNA’ların en sık, Tuva halkında bulunduğunu tesbit edildi. Prof. Zaharov çalışmalarını anlatırken, “Tuva’da çadırımıza 80 yaşlarında bir kadın girdiğinde, şaşakaldım. Tıpatıp bir Kızılderili idi. Doğru yolda olduğumuzu daha o zaman anlamıştım” dedi.
Çar da böyle belirlendi
Bolşevikler tarafından 1918’de kurşuna dizildikten sonra gizlice gömülen son Rus Çarı ve ailesinin Urallar’da bulunan kemiklerinin, gerçekten Çar ve ailesine ait olup olmadığı da bu yöntemle belirlendi. Çar II.Nikolay ve ailesi, böylece geçen hafta resmi devlet töreni ile St.Petersburg’ da toprağa verilmişti. Bu yöntemin Çeçenistan savaşı sırasında ölen, ancak künyeleri bulunamayan ve tanınmaz haldeki Rus askerlerin kimliklerini tespitinde de kullanıldığı ifade edildi. ”
KIZILDERİLİ DİLLERİNDE TÜRKÇE KELİMELER
Dil bakımından benzerliğe gelince, bu insanların ayrı ayrı kıtalarda yaşamalarına rağmen aynı dili konuştuklarını belirten Stanford Üniversitesinden Joseph Greenberg, 12 bin yıl önce Amerika’ya yapılan başka bir göç dalgası ile gelen Kızılderili olarak adlandırılan bu insanların daha sonra Güneye doğru göç ederek, bugünkü Orta ve Güney Amerika topraklarına geçtiklerini kaydediyor.
Toplam 600 lehçeden oluşan Kızılderili lehçelerinin ortak büyük kütlesi Atabaşkan Kızılderililerinin dili. Bu dil Altay dillerinden.
Fransız dil bilimci Dumesnil, Kızılderili dillerinde Türkçe’ye benzer 320 kelime tesbit etmiştir. Kızılderililer ve Türkler kitabının yazarı Prof.Dr. Reha Oğuz Türkkan ise araştırmaları sonucunda bu kelimelere 110 tane daha eklemiş. Prof.Dr Mecit Doğru ise İstanbul’da bir Türkoloji kongresinde 60’dan fazla yer isminin benzerliğine dikkat çekmiştir.
Daha ilginç olanı ise çift kelimelerin hem anlam hem de söyleniş bakımından gösterdiği benzerlikler! Mesela Arizona’daki bir beldenin Kızılderililerden kalma adı “Hava-Su” Hem anlam söylenişi aynı hem de “Hava/gök ve su” anlamına gelmekte. Peru’da da “su” kelimesi oldukça yaygın: Kolla Suyo, Kondu Suyu, Ande Suyu gibi.
İnka’ların “Akkapana”sı biz de “ak-kapı”. Prof.Dr. Reha Oğuz Türkkan’ın kendi gözüne çarpan benzerlikleriden biri Meksika’da kaldığı bir mahallenin adı olan “Çapultepek” anlamı ise “Çalpulcu Tepesi”. Yine bunun gibi “Tepe Huan” da “Tepenin Hanı” anlamına gelmekte.
Bu tip çift kelimelerin benzerliği oldukça önemli. İsveçli Lenguist Prof. Swadesh’e göre, çift kelimelerin benzemesi halinde tesadüf ihtimali sadece birkaç milyonda bir!
Benzer Kelimeler
Kızılderililerde _ Türklerde;
Kin _KÜN (Göktürklerde _gün,güneş)
Hataa/Atea _ATA
Kan _KAĞAN
Uta/Uya/Utara _UTAĞ
Çinampas _ÇİÇEK
Kuç _ GÖÇ
Kayuka _KAYIK
İt-zcu-intli _İT, KÖPEK
Hkaz _KEZMEK(Gezmek)
Kuşkuş _KUŞ
Toos _TOZ
Yangi _YENGİ, YENİ
Kazyun _KAYIN (akraba)
Te _DE (ek)
Kuççi/Kiçeeç _KİÇİ/KÜÇÜK
Raş/Naş _YAŞ
Yaşıl _YEŞİL
Kir _KİR
Çakira _ÇAKIR
Tano _TAMU (cehennem)
Tepe/Tepek _TEPEĞ(tepe)
Bire/Pire _ BİR
İg/İk _İKİ
Bas _BEŞ
Yax-Çıran _YILAN
Yokut _YAKUT
Ak_pana _AK-KAPI
Kapakto-kon _ERGENEKON
Aıtıl _İTİL (nehir, göl, deniz)
Yao-tl _YAĞI(düşman)
Tekun/Tokin _ TEKİN/TİĞİN (Eski Türklerde prenslere verilen ünvan)
Dodohişça _ DUDAK
Tamazkal _ HAMAM (Temiz kal)
T-sün _ UZUN
Hogan _ HOPAN, Kerpiç ev
Missigi _ MISIR
Hu _ SELAM
Tete _ DEDE
Türe _ TÜRE, TÖRE
Atış-ka _ ATEŞ
Yanunda _ YANINDA
Aş-köz _ AŞ, YEMEK
Bir de Keçuaca var :
Tuka _ Tükür(mek)
Paku _ Bak/pak
Khapao _ Kaba
Ku _ Ko(mak) Koymak
Kaşa _ Kış
Kul’i _ Kül
Kal’ı _ Kalın
Kasa _ Kes(kesmek)
Tawga _ Tağ(dağ)
Khip-u _ ip
Çur _ Dur
As _ Az
La _ La,Le, İle(ekler)
Mi? _ Mi?
Tu/To _ Su
Bu örnekleri arttırmak mümkün ancak zaman içinde en az değişikliğe uğramış olanlara yer vermeyi tercih ettim.
KİLİMLER ve TAKVİMLER
Benzerlikler dille sınırlı kalmıyor özellikle kilim desenlerindeki benzerlik şaşırtıcı.
Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan’ın kilimlerdeki benzerliklerle ilgili bir anısı
“New York’tayken televizyondan, Kaliforniya’da düzenlenen “Güller Resmi Geçidi”ni seyrediyordum: otomobil ve kamyonetler renk renk desenler halinde güllerle donanmıştı. Çeşitli ülkelerin ve firmaların katıldığı bu şöleni Cher Huntley tek tek anlatıyordu. Bir takı “şimdi de Meksika Kızılderililerininki geçiyor” diye tanıtınca yardımcısı elindeki kağıdı işaret etti ve spiker de şöyle özür diledi: “Kızılderililerin değil, Türkiye Konsolosluğunun takıymış! Desenler o kadar benziyor ki şaşırdım.”
Dokuma tekniğinin ilk olarak ne zaman ve nerede başladığı tam olarak bilinmese de hiç kuşku yok ki dokuma sanatı, genel bağlamda, Orta Asya’da başlamıştır. Bu bölgede yaşayan yerliler, ki göç eden bu kabilelere yörük ya da göçebe kabileler denilmektedir, büyük bir nüfus patlaması neticesinde Asya’nın batılarına göç edip kendilerine yaşamak için daha uygun alanlar aramaya başladıklarında göçebeler şiddetli hava koşullarına maruz kalmışladır. Bu nedenle çadırlarını kurmak için keçi yünü kullanmaya başlamışlardır. Keçi yünü, koyun yününe nazaran çok daha uzun ve sıkıdır. Düz dokuma tekniği bu anlamda ilk defa göçebe tenteleri yapmak için kullanılmıştır.
Hayatta kalmayı başaran en eski pile halı Altay dağlarının Pazırık vadisindeki bir Sycthian prensinin mezarında keşfedilmiştir. İlk kez Sibirya’da bir Rus arkeolog tarafından 1947’de sergilenmiş ve şu anda da Leningrad’daki Hermitage Müzesi’nde sergilenmektedir. Bu halı Türk çift düğümü ile dokunmuş olup metrekaresinde 347.000 düğüm bulunmaktadır. Boyutları 3,62 m2 olan bu halıya yapılmış olan incelemeler neticesinde İsa’dan Önce 5. yüzyıla ait olduğu ortaya çıkmıştır. Pazırık, diğer ismiyle Altay halısı oldukça gelişmiş bir görünüme sahiptir ve bu sebeple de dokumacılığın uzun bir geçmişe sahip olduğunun kanıtı niteliğindedir.
MEKSİKA’NIN METRO KAZISINDA ÇIKAN BİNLERCE YILLIK “12 HAYVANLI” TÜRK TAKVİMİ
Bu muazzam taş eser 1481’de Aztekler tarafından yapılmış ve 1790da metro kazısında ortaya çıkarılmıştır. 24 ton ağırlığındaki bu takvim vaktiyle Aztek ana tapınağının en tepesinde dururmuş. Yılların hayvan adlarıyla gösterildiği bu takvim Azteklerden önce Toltek ve Maya’larca da benimsenmiş. Tahminen M.Ö 353 yılında da Maya’lardan Olmek’lere geçmiş.
12 Hayvanlı Türk Takvimi, 12 yılın 5 katı olan 60 yıllık devreleri ile Kök Türkler’de, Uygur Türkleri’nde, Tuna-Bulgar Türkleri’nde, İtil-Bulgar Türkleri’nde ve daha önceleri de büyük ihtimalle Hun Türkleri’nde kullanılmış olup, Türkler arasında çok yaygın bir sistem olmuştur. Kök Türk yazıtları, Uygur kitap ve hukuk belgeleri, Tuna Bulgarları’nın yazıtları, Bulgar Hakanları Listesi bu takvimle tarihlendirilmiştir. Hatta, Manas Destanı’ndaki bazı olaylar bile “12 Hayvanlı Türk Takvimi” ile tarihlendirilmiştir.
Türk Takvimi’nde bir gün 12 bölüme ayrılır, her bölüme ‘Çağ’ adı verilir. Bir çağ iki saat, dolayısıyla bir gün de 24 saattir. Her bir çağ ise sekiz ‘Keh’ten ibarettir. Yılbaşı olarak gece-gündüz eşitliğinin yaşandığı 21 mart, Nevruz günü alınır. (21 Mart Kızılderili kültüründe de senenin başlangıcıdır.)
12 Hayvanlı takvim Çinlilerde olmakla birlikte en eski şekli Türklerde bulunduğundan, bizden onlara Türk kökenli Su-Çu hanedanlığı sırasında geçtiği tahmin edilmektedir.
Edouard Chavannes’in “Le Cycle turc des Douze Animaux [12 Hayvanlı Türk Takvimi]“, adlı araştırmasına göre Asya’da kullanılan 12 Hayvanlı takvim Türklere ait bir takvim sistemi idi ve Çinliler bu takvimi Türklerden almışlardı. Chavannes bu yüzden de araştırmasının adını 12 Hayvanlı Türk Takvimi koymuştur.
Meksika tarihinin klasik eserlerini yazan W.H.Prescott, 1874’de Maya ve Aztek takvimlerini incelerken, menşesini Tatar Türklerine bağladıktan sonra şu açıklamada bulunmuştur: ” Asya’daki 12 hayvanın 4 tanesi Azteklerdekinin tıpa tıp aynısıdır. 3 tanesi çok benzer, fakat Asya-Amerika farkıyla ilgili hafif değiştirmeler olmuş; Azteklerde 5 bölüm ise boş bırakılmıştır. Bunların Türklerin bildiği fakat Meksika’da bulunmayan hayvanlardır. Bu kadar benzerlik hayal edilemezdi. Bir de hayvan – yıl sıralamasının aynen Türk takvimindeki gibi gittiğini de eklersek tesadüf olasılığı ortadan kalkar.”
TÖRELER, ADETLER, DESTANLAR
Kızılderililerle Türkler arasındaki kültür benzerlikleri aslında oldukça fazladır. Tahsin Mayatepek ( Maya’larla Türkler arasındaki benzerliklere dikkat çekmiş ve Atatürk tarafından konuyu daha detaylı araştırması için Meksika’ya elçi olarak gönderilmiştir. (Ayrıca soyadının da oldukça Kızılderililerce kullanılan iki isimden oluşması oldukça ilgi çekicidir.), Azteklerin tıpkı Hunlar gibi doğan güneşe dönüp elleriyle bir dua işareti yaptıklarını anlatmış ve hala bu törenin Meksika yerlilerince uygulandığına dikkat çekmiştir.
9 rakamı Türklerde mukaddes sayı iken Maya’larda da 9 tanrı, tapınakların özellikle 9 basamaklı olmasından onlarda da mukaddes olduğuna bir işarettir.
Bilindiği gibi ülkenin ikiye ayrılması çok eski bir Türk geleneğidir. Her kısım başına bir yönetici bulunurdu. Yine eski zamanlardan beri Türkler “4 unsuru” (yer,ağaç,ateş,su) kullanır ve 4 unsura birer renk verip bunu coğrafyaya uygularlardı. Ak: Güney; Kara: Kuzey; Kızıl: Batı; Sarı: Doğu olarak tanımlanır hatta yer isimleri bile bunlara göre adlandırılırdı. (Akdeniz, Karadeniz, Sarı nehir.)
Göktürklerde ülke ikili Krallıkla idare edilirken, Dörtlü bölgelerde “Teğin/Tekin(prens)” yönetici olurdu. Teğinler hükümdar ailesine mensup olurlar fakat makamlarına seçimlerle gelirlerdi.
Güney Amerika’da da bu 2’li ve 4’lü sistemin sık sık kullanılması Türklerle bağlantıları açısından önem taşımaktadır. İnka-öncesi yönetimi ülkeyi 2’ye ayırır ve biri “kollasuyu” diğeri “Kuntisuyu” adını taşır. Oka-Arokan Kızılderililerinde de 4’lü bölümlerin başına “Togin/Tokin” geçer ve bu kişiler de soylular arasından seçimle başa getirilir.
Aztek’ler 4 yön için birer tanrı tanır ve her yöne bir renk verirler. Günümüzdeki Kızılderililer arasında da aynen eski Türklerde olduğu gibi bu renklendirme kullanılmaktadır.
İnka’lar “cihanı fethetmek” üzeri kutsal “Kapatokon”dan kurtulup çıktıklarında başlarında 4 kardeş-prens vardır: Ayar Kaçı, Ayar Uço, Ayar Ança ve en büyükleri Manko Kapak.
Yucatan yerlileri (Olmek ülkesi), Doğu’dan “Büyük Deniz”den geldiklerine inanırlar ve “Tanrılar bize yol olsun diye denizi kurutmuştu” derler. Kimi Kızılderili efsaneleri, “yerin altından geldik” derken, kimi efsanlerde “gökten” ok merdivenlerle indikleri anlatırlır. Bunların yanı sıra “Karanlıklar ve soğuklar arasından geçerek Kuzeyden geldik” ve “güneşin doğduğu taraftan” geldik diyen efsaneleri de mevcuttur. Yılandan, Jaguardan türediklerini söyleyenlerin yanı sıra “kurt soyundan neşettiklerini” ve büyük Tufanı bir kurdun haber verdiğini söyleyen destanlar da vardır. Türklerde olduğu gibi Kızılderililerde de Kurt (Bozkurt) yol gösteren rolünde göze çarpar.
Ergenekon Ve Yaratılış Destanlarındaki Benzerlik
Efsanenin adı “Kapaktokon/Kapaktoko”, anlamı “Kapalıdan Çıkış” Bizdeki “Ergenekon Destanı” ile hem ismen hem de içerik açısından benzemesi oldukça dikkat çekicidir. Ergenekon Destanı da “kapalı kayaların ve dağların ardından çıkışı” anlatmaktadır.
İnka efsanesine göre, Bir felaket milletin her ferdini öldürür fakat Manko-Kapak’ın atası “ATAU” kurtulur. Dışarıya çıkışı olmayan bir mağaraya sığınırlar. Burası “KAPAKTOKON”dur. Derken, tanrı “ER-AK-KOCA (İra Koca,Vira-koca)” onlara bir nur verir ve bununla kayaları eritip kurtla çakal arası bir yaratığın izinden dışarı çıkarlar, cihanı fethederler. Bu destanın Ergenekon’la benzerliği aşikardır.
Kırgız Türklerinin çok iyi muhafaza ettikleri YARATILIŞ EFSANESİ’ndeki benzerlikler;
“Kainat önceleri sadece suymuş ve bunun üzerinde Tanrı KARAHAN, yapayalnız uçarmış. Sonra KİŞİ’yi yaratmış, dünyalar yaratmak için lazım olan toprağı getirmesi için onu suların altına yollamış. Kişi Tanrı’yı kıskanırmış ve getirdiği toprağın bir kısmını avurduna saklamış. Tanrı “Elindeki toprağı savur” diye buyurmuş ve “Toprak, büyü” demiş. Ancak bu toprakla birlikte Kişi’nin avurduna sakladığı toprak da büyümüş ve Kişi patlayacak olmuş, tükürmüş; adalar böyle doğmuş…”
Buraya kadar olan bölüm Kızılderililerin Yaratılış Efsanesi’yle tıpa tıp aynıdır, sadece isimler farklılık gösterir. Toprak getirenin adı “MUDHAN”dır. Ancak bundan sonraki bölüm farklıdır: Türklerde Tanrı, Kişi’yi yerin dibine sürükler ve adı “YERLİK HAN” yani Şeytan olur. Tanrı bundan sonra insanoğlunu yaratır. Kızılderililerde ise göğe çıkış, orada “Gökler Tanrısı”nın karsını kıskanıp yeryüzüne fırlatışı, onu seven kuşların kanat gerip yere yumuşak iniş yaptıkları… şeklinde apayrı bir yol izler. Fakat baştaki bu benzerlik sosyal-antropolog Kroeber’in da dediği gibi şaşırtıcı bir benzerliktir.
Komançi Kızılderililerin –atı edindikten sonra- ölen şeflerini gömme adetleri (ata bağlayıp, 7 defa dolaştırış ve atı yaktıktan sonra küllerini şefin cesediyle birlikte uçuruma atış ve kayalarla örtüş) Hun’ların defin merasimiyle örtüşmektedir.
Tören ve Kutlamalardaki Benzerlikler
Amerika’nın toprakla ve ziraatla uğraşan Kızılderili kabileleri arasında dini ağırlıklı merasimlerle kutlanan mevsimlik bayramların başında Mart ayında “Yeni Yılın Başı” için yapılan kutlama törenleri ve şenlikleri gelmektedir. “Yeni Yılın Başı” kutlamaları, “Eski yıldan yeni yıla geçişi, ölümden sıyrılıp yeniden dirilişi, kısırlıktan kurtulup yeniden üremeye dönüşü kutlamak” maksadıyla yapılmaktadır.
Yeni yılın başlangıcı olan Mart’ta kutlanan “Diriliş” kutlamaları ile ilgili Kızılderililerin yaptığı merasimlerde kabilenin yaşadığı köy veya kampın tam orta yerine uzun ve düzgün bir “direk” dikilir. New Mexico, Arizona ve Kaliforniya eyaletlerinde yaşayan Kızılderili kabileleri köyün orta yerine dikilen bu “direğin” kainatın “ekseni” olduğuna ve dünyayı yaratan “Bir”i temsil ettiğine inanırlar.
Kızılderililerin yaptığı merasim ve kutlamaların en ilginç yanlarından birisi, kabilenin Şamanı’nın “Gök Tanrı” olarak kabul edilen “Ulu Ruh”a (Great Spirit) daha çok yaklaşmak ve kabilesi için O’nun yardımını ve rahmetini talep etmek maksadıyla, bu düzgün “direğe” tırmanmasıdır. Dinî maksatlı bu merasimi yöneten Şaman’ın bu direğe tırmanması, mensubu olduğu kabilesini kötü ruhlardan ve onların sebep olabileceği hastalıklardan koruması, yeni yılda kabilesine bol mahsul bahşetmesi konularında görüşme talep etmek maksadıyla “Gök Tanrı”ya daha yakın olma amacı taşımaktadır. Direğe tırmanma merasimi Pueblo, Camella, Maidu Kızılderilileri gibi birçok kabile arasında oldukça yaygındır.
Amerika’nın Batısında, Kaliforniya toprakları içinde yaşayan Yurok Kızılderili kabilesi, “Mart”ta düzenlenen “Yeni Yılın Başı” merasimlerini özel olarak hazırlanan ve “Big House” (Büyük Ev) olarak adlandırılan yerde yaparlar. Amerika’nın Delaware eyaletindeki Lenape Kızılderili kabilesi ve Cheyenne Kızılderilileri, yine “Big House” dedikleri yerde Yeni Yıl kutlamaları ile ilgili merasimleri eksiksiz yerine getirirler. Baharın gelişi ve tabiatın yeniden canlanarak hayat bulması ile ilgili merasimlerin yapıldığı “Büyük Ev”in dinî açıdan mistik bir manası vardır. Bu “Büyük Ev”in kendisi, Gök Tanrı’nın yarattığı kainatı, onun dört köşesindeki “dört direği” ve üzerine oturtulan “kubbesi” Gök Tanrı’nın kudretini, bu “Büyük Ev” in orta yerine dikilen “direk” ise, “Gök Tanrı”nın yer yüzüne koyduğu “ayağı”nın yerini sembolize etmektedir. Bu tip mevsimlik törenler hemen hemen bütün kabilelerde yapılmaktadır ve bütün kabilelerce Mart ayı yılın başı olarak kabul edilmektedir.
“Büyük Ruh” olarak adlandırılan “Gök Tanrı”ya daha yakın olma ve O’nunla konuşma, O’ndan yardım dileme maksadıyla dünya ve kainatın orta direği ve “ekseni” olarak kabul edilen ve köyün orta yerine dikilen “direk” ve bu “direğe tırmanma” merasimine Orta Asya, Sibirya, Altay, Hakas, Tuva Şamanizm’i ve bu bölgelerde yaşayan Türk topluluklarının ve boylarının dinî geleneğinde de yaygınca rastlanmaktadır.
Orta Asya, Sibirya Türkleri, Saka, Altay, Hakas, Tuva Türklerinde de “Mart” ayı “Yeni Yılın Başı” dır. Hakas Türkleri “Yeni Yılın Başı” olarak bilinen Mart ayında, çeşitli merasimleri büyük bir dikkatle yerine getirirler. Şamanizm geleneğine bağlı olarak yapılan dinî maksatlı bu mevsimlik merasimler, Amerika Yerli Kızılderili kabileleri ile Orta Asya Türk boyları arasında birbirinin aynısı denilecek kadar benzerlik ve paralellikler gösterir. Hakas Türkleri “Mart” ayında yaptıkları merasimi şöyle anlatmaktadırlar: “Hakasya eski Türk halklarından birisidir. Bunu Hakasların örf ve âdetleri ispatlıyor. Örnek olarak Yeni Yılın Başı bayramını alabiliriz. Bizim halkımız Yeni Yılı 22 Mart’ta kutlar. Adı Yılbaşı. Gün saatleri ile gece saatleri eşit olduğu zaman, o gün güneş doğarken ona tapıyorlar. Daha sonra kutsal ateş anaya tapılır. Dünyadaki bu kutsal ateş, küçük güneş gibi sayılır. Bu kutsal ateşte Kara Çalama (ipek) yakılıyor. Bu Kara Çalama yakılmadan önce üç bohçaya bağlarlar. Bir bohça ile hastalıklar, ikinci bohça ile acılar, üçüncü ile dertlerin, hastalıkların hepsinin bağlanması demektir. Daha sonra lzıh(kutsal) Ak Ağaca (Akça Kayın) yeşil, kırmızı beyaz bezler asılır. Böylece Göğe hayat için dua ediyoruz. Yeşil “hayatın” rengi, kırmızı “kan damarı kurumasın”, beyaz ise “hayat temiz olsun” anlamındadır.”
“Amerika’nın Sub-Arktik bölgesinde yaşayan Kızılderili kabileleri yılda bir defa, “Mart” ayında, “Feeding the Fire” (Ateşi Doyurma) merasimi yaparlar. Bunun Kızılderililerin ölen yakınlarının ruhlarını tatmin edeceğine inanılır. “Beayer” (Kunduz) Kızılderilileri, bu merasime çok önem verirler ve Amerika’nın kuzeyinde yaşayan Kızılderililer arasında ateşe “et” atarak onu tatmin etmek merasimini en ciddi şekilde takip ederler. Bunun yanında yine Baharın başlaması ve Somon balığının nehirlerin kaynağına doğru ilk göçleri başladığı zaman British Columbia’da yaşayan Kuzey Amerika Kızılderili kabilelerinden Tanaina Kızılderilileri, ateşe et atma merasimi yaparlar. Bu merasimle tabiatta hayatın yenileneceğine inanırlar. Mart ayında insan vücudunu yenilemek ve canlandırmak için Fin Hamamına benzeyen “Sweat Lodge”lara terlemek için girilir. Sonra yeni elbiseler giyilir. Güzel kokulu yaban otlarının ateş üzerinde yakılması ile elde edilen dumanlarından teneffüs edilerek, ciğerlere çekilir.”
Şamanist gelenekleri ve inançlarına göre, ateş bütün pislik ve kötülükleri temizler, kötü ruhları kovar. Bu inanca Türklerde de rastlıyoruz. Vl. yüzyılda Batı Göktürk Kaanı’na gelen Bizans elçilerini huzura almadan önce onları iki ateş arasından geçirirlerdi. Bu tören elçilerle gelmesi muhtemel kötü ruhları kovmak maksadıyla yapılırdı. Başkurtlar ve Kazaklar bir yağlı bezi yakarak onu hastanın etrafında “alas, alas” diyerek gezdirirler. Buna Kazak ve Başkurtlarda “alaslama” Anadolu’da ise “alazlama” denir.
Sioux (Su) Kızılderili kabilesinde de, Yeni Yılın Başlangıcı için yapılan merasimlerde “Ateş”e büyük önem verilir. Bu merasimler Sioux topraklarında “Ot Biten Ay” olarak adlandırılan “Mart” ayında yapılır.
Sioux Kızılderili kabilesinde Mart ayı ile başlayan yeni yılın ayları şöyle sıralanır:
– Mart: (Otlar Biten Ay)
– Nisan: ( Danalar Doğan Ay)
– Mayıs: (Yıldırımlar Çakan Ay)
– Haziran: (Çilek Olgunlaşan Ay)
– Temmuz: (Kiraz Ayı)
– Ağustos: (Kara Erik Ayı)
– Eylül: (Sarı Yapraklar Ayı)
– Ekim: (Yaprak Dökümü Ayı)
– Kasım: (Sığırların Tüy Döktüğü Ay)
– Aralık: (Çadırda Don Ay)
– Ocak: (Ağaç Donduran Ay)
– Şubat: (Kar Körlüğü Ayı)
Türk kültüründe de bazı aylar Amerika yerli Kızılderili kabilelerinde olduğu gibi, tabiatta hayvanların hareketine bağlı olarak adlar alırlar. İlk Baharın birinci ayına “Oğlak Ayı”, ikinci ayına “Ulu Oğlak Ayı”, üçüncü ayına “Ulu Ay” denilirmiş. Diğer aylar da yine bu şekilde, yani mevsimlerin totemleri ile adlanırmış.
Türkiye ve diğer Türk Yurtlarında “Godu-Godu” ve çeşitli adlarla anılan “bezeme” insan ve tabiatta bulunan yaratıkların kılığına girerek, baharın gelmesini, tabiatın canlanmasını kutlamak, Amerika yerli Kızılderili kabileleri arasında hayatın önemli bir dilimini teşkil eder.
Hopi Kızılderili kabilesi,”Godu-Godu”ları kendi kültürleri içinde, “Kachina” (Kaçina) olarak adlandırıyor. Her Kaçina’nın kendine has görevinin olduğuna inanan Hopi Kızılderililerinin, Yıldız, Bulut, Güneş, Toprak, Kurt, Kartal Kaçinaları vardır. Bunların hepsi, doğrudan doğruya tabiat, yeraltı, yer üstü varlıkları ile ilgilidir. İspanyollar 1500 yıllarında Kızılderililerin ülkesini işgal ettiklerinde, Amerika’daki Kızılderililerin Kaçina bebekleri yapıp onlara tapındıklarını zannettiler. “Kaçina Dansı”nı ise, “Şeytan”a tapınma olarak yorumladılar ve bütün Avrupa’ya da öyle yaydılar.
( http://www.crystalinks.com/hopicreation.html)
Türk kültür tarihinde ve önemli mevsimlik merasimlerde önemli yer tutan “demir”e Kuzey Amerika Kızılderili kabileleri arasında da büyük önem verilmekte ve bazı kimselerin demirden yapılmış mukaddes sayılan “silah”lara dokunması yasaklanmıştır. Amerika Kızılderili kabilelerinden Algonquian Kızılderili kabilesinde, hamile kadının hamileyken demir ve çelikten yapılmış silahlara dokunması katiyen yasaktır. Öldürücü gücü kaybolur ve düşmana tesir etmez korkusu ile özellikle hamile kadınların ve yetkili olmayan şahısların kabilenin savaşçılarının silahlarına dokunması yasaktır. Yaygın olan söylentilerin tam aksine, bu kadar tabu ve yasaklamaya rağmen, Kızılderili kabilelerinden hiç birisi ne şekilde olursa olsun diktikleri totemlere tapınmazlar.
Amerika’da Alaska’nın Güneyinde yaşayan Yakutat ve Tlingit Kızılderilileri arasında “demir”e Sibirya Türklerinin verdiği değere eş bir hürmetle yaklaşılmaktadır. “Yakutat ve Tlingit Kızılderilileri” de diğer Kızılderililer gibi çelikten yapılmış bıçak ve savaş baltaları veya sivri uçlu silahlar yapmak için kullandıkları demire büyük hürmet ve rağbet gösteriyorlar.
http://www.kizilderili.net/Download/kizilderililerveturkler.rtf
ŞAMANİZM’e ait benzerlikler
Amerika Kızılderili Kabileleri ile bugün Orta Asya, Kırgızistan, Kazakistan, Güney ve Kuzeydoğu Sibirya’da yaşayan Tuva, Altay, Hakas, Televi ve Saka Türkleri arasında bütün canlılığı ile yaşayan Türk Şamanizm’inin ortak özellikleri oldukça fazladır.
Asya’dan Amerika Kıtasına geçen Kızılderililerin ömürleri buradaki zor şartlar nedeniyle kısa sürmektediydi. Ölüm hadisesi baş verince Asya’dan göçen bu insanlar Orta Asya’daki kabilelerinin yaptıkları gibi insanüstü doğa güçlerinin varlığına inanarak Şamanizm’i devam ettirdiler. İyi ruhlardan yardım dilemek, kötü ruhlardan ve hastalıklardan korunmak için kabile şamanına başvurdular ve tılsımlı gerdanlıklar gibi bir takım uğurlar edindiler.
William Thalbitzer konu ile ilgili olarak yaptığı çalışmasında şunları açıklamıştır: “Arktik bölgesinde yaşayan halkların bu günkü dilleri ne olursa olsun Yakut Türkleri ile Chukchee, Samoyet ve Lapp’ların sahip oldukları kültürün şüphe götürmeyecek şekilde birbirinin devamı olduğuna inanıyorum.”
Kuzey Amerika’da Eskimo ve diğer Kızılderili kabileleri arasında önemli yeri ve mevkisi olan Şamanların aynı görevi yaptıkları görüşünü Mircea Eliade büyük bir güven içinde bilimsel kaynaklara dayanarak ifade etmiştir.
Kuzey Amerika Kızılderilileri ve Eskimo Şamanlarının ruhani bir güçle denizin ve yerin dibinde seyahat etmeleri, Asya’nın Kuzeyindeki Yakut Türkleri’nin ruhani yol göstericisi olan Şamanları ile aynı karakteri göstermektedir. Merasimlerde giydikleri kıyafetleri ve törenlerde kullandıkları “davul” gibi aksesuarları arasında ise çok az farklılıklar bulunmaktadır. Edward William Nelson, bir Alaska Şamanı’nın kendisine öbür dünya’ya gidip orada 2 gün nasıl dolaştığını sonra dirililerek köyüne gelip orada gördüklerini halkına anlattığını belirtmektedir. Mircea Eliade, Türk ve Kızılderili Şamanları arasındaki benzerlikleri anlatırken öbür dünyaya gitmek, arşa çıkmak, cennete gitmek gibi olguların yaygın bir ortak özellik olduğunu vurgulamıştır.
Tarihte kayıtlara geçmiş ve adı bilinen ilk Şaman, Sümerler’in Destan kahramanı Gılgamış’tır. Orta Asya Türk, Sibirya, Yakut, Altay ve Tuva Şamanlarında olduğu gibi, Amerika Yerli Kızılderili Şamanlarının en önemli aracı “davul” ve “tokmak”tır. Yine tarihte bilinen en eski “davul”” ve “tokmak” Sümerler’in zamanında “her şeyi bilmesi” ile tanınan Şaman Gılgamış tarafından kullanılmıştır. Tarihte bilinen en eski yazılı Sümer tabletlerinde, “Inanna” tarafından Fırat Nehri’nin kenarında yetişen “Kutsal” bir ağaçtan yapılmış “”Davul” (Pukku) ve “Tokmak” (Mikku) Gılgamış’a en şerefli bir hediye olarak verilmiştir. Sibirya Şamanizmi’nin en canlı bir şekilde yaşadığı ve yaşatıldığı (Yakutistan) Saka Eli’nde Şamanların dinî ve mevsimlik ayinlerde kullandıkları “Davul” ve “Tokmak” Sümerler’in
Şamanı Gılgamış’ın kullandığı davul ve tokmakla aynı paralelliği göstermektedir. Sümerler’de ve Sakalar’da Şamanların kullandıkları davul ve tokmağın kullanıldığı yer ve maksat aynıdır. Gerek Sümer Şamanları ve gerekse Saka Eli Şamanları, “karanlık” dünyaya ruhlarla görüşmek için yaptıkları seyahatte, davul ve tokmak Şamanlara “rehberlik” eder. Kızılderili kültüründe de gerek şaman ayinlerinde gerekse kabile içinde yapılan diğer törenlerde davulun yeri aşikardır.
Şamanizm kültürü ile iç içe yaşamış toplumlarda, insanların her iki dünyada saygı duydukları ortak nesne, “toprak” olmuş ve özellikle Türk Kültürünün yayıldığı sahalarda ve Amerika Yerli Kızılderili toprakları üzerinde yaşayan insanlar arasında “Toprak Ana” (Mother Earth) olarak anılmış ve saygı gösterilmiştir. Kızılderili ve Türk toplumunun savaşçı fertleri bir savaş veya herhangi bir şekilde yaralandıklarında, yaptıkları ilk iş, “Toprak Ana”nın bağrından, onun şefkatli yüzünden alınan temiz “kuru toprak”la yaralarını ovmak ve kanı durdurmak hareketi olmaktadır.
Türk toplumunda ve Kızılderili milleti arasında, anadan doğduğumuzda, göbeğimiz kesildikten sonra, geride kalan kısma “it ağzı” değmesin diye, yine “Toprak Ana”nın bağrına gömülür. Kızılderili Milleti ile Türk Milleti’nin “Toprak Ana”ya bağlılığı daha doğarken başlar. Göbeğimiz kesildikten sonra arta kalan ve halk arasında “Eş” olarak nitelendirilen kısım toprağa gömüldüğü an, öldüğümüzde varacağımız son “mekân” tespit edilmiş olur. Kızılderili ve Türk toplulukları arasında ölüler gömüldükten sonra, üzerine “hamile kadının karnı” gibi bir toprak kümesi yığılması (höyük, kurgan şekli), öldükten sonra da tekrar “Toprak Ana”dan vücuda geleceğimizin fikri ortak “sembolizm” ile vücut bulur.
Yakut Şamanları’nda “Ana Hayvan” veya “Hayvan Ana” ve bu arada eski Şamanların yaşayan ruhu büyük rol oynar. “Hayvan Ana”, Yakut Şaman’ına görünmeyen bir ruh şeklinde yardım eder. Bu ruh kendini ölüm veya doğum anlarında gösterir. Yakut Şamanları’na yardım eden gizli ruh, “Hayvan Ana”, çoğu zaman tüyleri demirden bir kuş şeklinde görünür. Tüyleri demirden olan bu koruyucu kuş şeklindeki “Hayvan Ana” Şaman’ın sahip olduğu ağacın bir dalında tüner.
Ob–Uygurlar’dan olan Hanti ve Mansi’lerde, Şaman’ın mutlaka yedi tane yardımcı hayvanı olmalıdır. Hayvan şeklinde kendisini gösteren yardımcı ruhla, Şaman’a çeşitli zorluklarda yardım ederler. Coğrafyanın değişmesi ile Şamana yardım eden bu hayvanların da türleri coğrafyaya bağlı olarak değişir. Şamanlara yardım eden yedi yardımcı hayvan ruhu genellikle; Ayı, Geyik, Kurt, At, Yılan, Balık veya Kuş şeklinde görünür. Kuş şeklindeki ruhlar, Kuzeye doğru gidildikçe Kartal ve Baykuş şeklinde kendini gösterir. Sahillere yaklaştıkça, bu hayvanlar, Şaman’ın su altındaki seyahatine yardım eden çeşitli deniz hayvanları şeklinde görülürler. Kızılderili kültüründe de koruyucu güç olarak ruhani yani görünmeyen hayvanlar yer almaktadır. Hayvanların türlerindeki benzerlikte dikkat çekicidir.
Orta Asya Türk, Tuva, Altay, Hakas, Televit ve Saka Türk Eli’nde ve Amerika Yerli Kızılderili kabileleri arasında halkın hayatına nizâm veren ve “her şeyi bilen” erdemli kişiler olarak saygı duyulan Şaman’lar, katiyen “büyü” yapmaz ve “nusha” yazmazlar. Şamanların ortak özellikleri incelendiğinde, onları tamamen “ruhlar alemi” ile “ölümlü dünya” arasında seyahat eden ve acı içinde kıvranan “bizlerden biri” olarak görürüz. Kızılderili ve Türk Şamanlarındaki bu ortak özellik yani “büyü” yapmama özelliği diğer birçok toplumda görülmez. Hatta tam tersi Şaman tarzı ruhani kişiler “Kara Büyü” adı verilen kötü amaçlı büyüler de yapmaktadır.
Tsistsistas (Cheyenne) Kızılderili devri öncesinde, Algonquians Kızılderilileri ile aynı kültürü paylaşan Kuzey Sibirya ve Sakalar’ın Şamanları ile Cheyenne Şamanlarının ortak özellikleri üzerinde yapılan araştırmada aşağıda belirtildiği gibi paralellikler gösteren bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu karşılaştırmada, benzer olan durumlar “var”, benzer olmayan durumlar “yok” şeklinde gösterilmiştir:
Sibirya Cheyenne
– Kâinatın birden fazla mertebesi Var Var
– Her mertebenin kendine ait ruhları var Var Var
– Yerin derinliği ve merkezi vardır Var Var
– Yerin ruhları hayvanları korur Var Var
– Hayvanların ruhları yeraltında yaşar Var Var
– Hayat Ağacı Var Var
– Gök Kubbe dünyanın üzerine atılmış örtüdür Var Yok
– Gök Kubbe aynı zamanda bir kazandır Var Var
– Zühre Yıldızı Semanın kazığıdır Var Yok
– Gökyüzünün birçok bölgesi vardır Var Var
– Gök Tanrı semanın en üstünde oturur Var Var
– Gök Tanrı kainatı yaratandır. Var Var
– Kâinatın yaratılışı Şamanist bir olaydır Var Var
– Kâinatın dört köşesinde dört bekçi vardır Yok Var
– Birinci Semadan sonra, ikinci Sema vardır Var Var
– Yerin merkezine Mukaddes Dağdan giriş vardır Var Var
– Dünyanın ruhuna bağışlanan seremoni Var Var
– Seremonide hayvan kılığına giren insanlar Var Var
– Merasimde meydanın ortasına dikilen direk Var Var
– Baharda tabiatın canlanması ile ilgili merasim Var Var
– Dağda bulunan mukaddes merasim yeri Var Var
– Günahlardan arınmak için terleme otağı Yok Var
– Dünyanın bir kuş tarafından kurtarıldığına dair inanç Var Var
– Dünyayı sulardan kurtaran Mamut Var Yok
– Dev yılanlar Var Var
– Gök Tanrı’ya adak olarak sunulan kurbanlar Var Var
– Gök Tanrı’ya adak olarak sunulan beyaz hayvan Var Var
– Aracı ruhların koruduğu Kozmik düzen Var Var
– Dünyanın semaya açılan kapısı “Yıldızlar” Var Yok
– Ölmüş yakın akraba ve geçmişlerimiz, “Yıldız” Var Var
– Yeryüzündeki hareketleri yönlendiren “Yıldız” Var Var
– “Yedi” sayısına verilen değer Var Var
– “Dört” sayısına verilen değer Var Var
– Mevsim değişmesine sebep olan gökteki ruhlar Var Var
– Hayvanları koruyan gizli ruhlar Var Var
– Hayvanlara hürmet Var Var
– Hayvanların kendileri kurban olmaya hazırdır Var Var
– Yeryüzündeki erkek ruh Var Var
– Yeryüzündeki dişi ruh Var Var
– Değişik bölgelere bakan görevli ruhlar Var Yok
– Belirli yerlere bakmakla görevli ruhlar Var Yok
– Belirli koruyucu ruhlara yardım eden canlılar Var Var
– Ruhun yeniden başka birinde canlanması Var Var
– Birden fazla ruha sahip olmak Var Var
– Hayvan ve insanlar için özel ruhlar Var Var
– Ruhlar hiçbir zaman tamamen yok edilemez Var Var
– Ruhlar başka birine transfer edilebilir Var Var
– Atalardan miras yolu ile geçen ruhlar Var Var
– Ruhun bedenden ayrılmasıyla gelen ölüm Var Var
– Bunun hayvanlar ve insanlar için doğru olması Var Var
– Ölüm olayının bir kısmında ruhun seyahat etmesi Var Var
– İnsan iskeletindeki kemikler tamamen yok oluncaya
kadar ruhun bir kısmı cesetle kalır Var Var
– İnsan ve hayvan vücutları ruhu geçici tutar Var Var
– Ölmüş bir canlının ruhunu herhangi bir
figürde toplamak Var Var
– Hayvan kemiklerine hürmet konusunda özel kural Var Var
– Hayvan cesetlerinin gömülmesi Var Var
– Hayvanların yeniden canlanmasına ruhlara bekçilik
etmekle görevli olanların mani olması Var Var
– İnsan ruhu yeniden canlanmayı reddedebilir Var Var
– Ruhlar, düşüncenin hızı ile hareket ederler Var Var
– Her şeyin kendisine has bir sesi vardır Var Var
– Ağaç ve bitkilerin de ruhları vardır Var Var
– İnsan gruplarının olduğu gibi hayvanların da
kendilerine ait bölgeleri vardır Var Var
– Hayvanlar hürmet edilmesi gereken varlıklardır Var Var
– Avlanmak, av hayvanları ve ruhlar aleminin bekçileri
tarafından düzenlenen dini merasimdir Var Var
– Hayvanlara işkence edenler, koruyucu ruhlar
tarafından cezalandırılır Var Var
– Bazı insanlar hayvan neslinden türemiştir Var Var
– Ayı, yeraltı dünyasıyla yakından ilgilidir Var Var
– Ayı ilâhi bir avcıdır Var Yok
– Uzaklaştırma merasimi Var Var
– Ayıyı uzaklaştırma merasimi Var Yok
– Kartal, yukarı semanın kutsal kuşudur Var Var
– Turna, yukarı semanın kutsal kuşudur Var Var
– Saksağan, yukarı semanın kutsal kuşudur Var Var
– Kuğu, yukarı semanın kutsal kuşudur Var Yok
– Hayvanlar öldükten sonra insan kılığına girer Var Var
– Kurt, hayvanlar aleminin en ustasıdır, ona
hürmet etmek gerekir Var Var
– Özel nedenlerle ruhların beslenilmesi gereği Var Var
– Birisinin ruhunun dikkatli olarak ayrılması Yok Var
– Birisinin ruhunun Şaman tarafından ayrılması Var Var
– Her şahsın koruyucu bir perisi vardır Var Var
– Her Şamanın koruyucu meleği vardır Var Var
– Şaman atasından kalan koruyucu periye sahiptir Var Yok
– Şaman insanüstü gösteriler yapar Var Var
– Bir Şaman ruhlar tarafından seçilir Var Var
– Şaman, bir ruhu aradığı gibi, başka bir ruh
tarafından da aranabilir Var Var
– Ruhlar Şamanı seçeceği zaman, o yaşadığı
çevresinden ayrılır ve “halvete” çekilir Var Var
– Şaman görevini yaparken ruhlarla gezer Var Var
– Şamanın gücüne ulu ruhlar karar verir Var Var
– Ruh, düşüncelerini insanlara açıklamak için
Şamanın kullandığı kelimeleri ve dili kullanır Var Var
– Şamanı ilk önce kutsal ruhlar eğitir Var Var
– Şamanı, sonra tecrübeli Şaman eğitir Var Var
– Şamanın kullandığı eşya ve takıları parlaktır Var Var
– Şamanın eşyalarını başkaları kullanamaz Var Var
– Şaman öldükten sonra onun eşyaları gömülür Var Var
– Şaman maske kullanır Var Var
– Şaman yüzünü boyar Yok Var
– Şaman beline kemer bağlar Var Var
– Şaman eldiven ve çizme giyer Var Yok
– Şaman başına süslü başlık giyer Var Var
– Şamanın davulu vardır Var Var
– Şamanın elinde çıngırak vardır Var Var
– Şaman, Kartal, Saksağan, Turna teleği kullanır Var Var
– Gökyüzünde uçan Şamanlar vardır Var Var
– Şamanlar yıldızları okurlar Var Var
– Yeryüzünde görev yapan Şamanlar Var Var
– Bazı Şamanların renkli kuşakları Var Var
– Şamanların yardımcıları bazen maske takarlar Var Var
– Kutsal çark (Oxem) Var Var
– Hayvan figürleri Var Var
– Şamanın yapma bebekleri vardır Var Var
– Şaman kainatta her yeri temsil eder Var Var
– Şamanlar gizli bir dille konuşurlar Var Var
– Şamanlar gizli bir grup oluştururlar Yok Var
– Birbirine zıt Şamanlar vardır Var Var
– Şamanlar uzak mesafeden istediğini öldürürler Var Var
– Şamanlar bölgelerini perileriyle korurlar Var Var
– Şamanlar ölülerin ruhunu öbür dünyaya götürür Var Yok
– Şamanlar birini diriltmek için ruh getirir Var Yok
– Şamanlar kendileri de dahil ölümü kontrol eder Var Var
– Şamanlar dini merasimleri yönetir Var Var
– Şamanlar derde deva ararlar Var Var
– Şamanların mukaddes direği vardır Var Var
– Dini merasimde mabedin ortasında ağaç vardır Var Var
– Ağaçta, yedi tane çentik bulunur Var Var
– Ağaç, Dünya ağacı olarak bilinir Var Var Amerika Yerli Kızılderili kabilelerinden Algonquians Kızılderilileri tarafından yaşatılan Tsistsistas (Cheyenne Kızılderili kültürünün asıl ana kolu 12000 yıl önce Arktik bölgesinde kök atmıştır. Şamanizm kültürünün Amerika’daki Kızılderili kabilelerinden Algonquian kabilesine taşıyan gruplar, Sibirya’nın kuzeyinde yaşayan insanların en yakın akrabalarıdır. Tsistsistas Kabilesinin her yıl yaptığı “Massaum” merasimleri, bu Kızılderili kabilesine, Avrupa’dan gelerek Amerika’yı işgal edenlerden değil, onların Kuzey Sibirya’da yaşayan akrabalarından hatıra kalmıştır. Tsistsistas Kızılderilileri’nin dünya ve kainatı tarif edişleri, diğer Kızılderili kabilelerinden Yuroks, Evenks, Yukagir, Orichis’lerin kültür anlayışı ile paralellik gösteren Kuzey Sibirya Şaman kültürünün, 2000 nesil sonra bize kalan kısmıdır.
Tespit Edilmiş Diğer Benzerlikler
İndiana Üniversitesinden Amerikalı Profesör Denis Sinor Sibirya Türklerinden Tunguz kabileleri ve Yukagir’lerin Tunç çağı evrelerinden beri Kızılderililerle ortak bir kültüre sahip olduklarını ifade ederek;
Huş ağacından oyulmuş kayıklar, Pirok yani deri, ağaç kabukları örtülerek yapılmış barınaklar ya da Kızılderililerin yarı küresel (Wigwam) veya konik(tepec) çadırları tipinde ortak kültürler, önünde yarık bulunan hafif giysi türleri, makosenler, karlı ormanların temel ulaşım aracı kayak gibi donanımlar tespit etmiştir.
Sümer Tanrıçası İnanna’yı sembolize eden İnanna’nın “Ay kayığı” simgesi olan hilal şeklindeki, boğaza takılan kolyeye Tork denilmektedir. Anadolu’da Hitit devleti kurulmadan evvel yaşayan Tork-lar (Torkom) Hitit devleti sonrası kralları Pamba devrinde Hititlere boyun eğmek zorunda kalmışlardı. Tork isimli, Tanrıça İnanna timsali kolyeyi tıpkı Torkom’lar gibi Bozok (Etrak) kabileleri olan sarışın Kızılderili kabilelerinden Navajo’lar, Şanı’lar, Ocibya’lar kemikten yapılmış olarak boyunlarına takmaktadırlar. Bu “Tork”ları, Çokta Kızılderilileri hilalin ortasına yıldız koyarak göğsü kaplayan geniş bir Ay yıldız kolye olarak kullanırlar.
Mayalar kendi dillerine aynı bizim ifademizle “Mayanca” demektedirler. Maya’ların Orta Amerika’daki önemli yerleşim yerlerinden olan “Yuka-tan” isminin Türkistan’ın Yok-Tan bölgesinden gelme olduğu anlaşılmıştır. Bu bölge Sümer Türklerinin Mezopotamya’ya göçmeden evvelki yerleşim sahasıydı.
Tahiti adasına ayak basan Captan Cook Kızılderililerin başlarına taktıkları çiçekten başlığa “Türk” adı verdiklerini 1769 yılında tespit etmiştir.
Fiji adalarında Rotuma yerlilerinin dillerinin Altaik dil olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca Endonezya adalarının dillerinin de Altay dillerinden olduğu anlaşılmıştır.
Bütün Altaylılar gibi Kızılderililer birbirlerine amca, baba, teyze, hala, ağabey diye hitap ederler. Maya Kızılderililerinde 1878 yılında el öpme adeti de tespit edilmiştir.
Mohavk Kızılderilileri uzun eşek oyunu da dahil 12 Anadolu oyununun 11 tanesini bilmektedirler. Güreş ise bütün Kızılderili kabilelerinde dua ile başlanılan en önemli ata sporu olarak tatbik edilmektedir.
Brezilya ormanlarında Zakuma Kızılderililerinde güreş, rakiplerden birisi can verene kadar devam eder. Bizdeki “Kırkpınar” efsanesinde de pehlivanlar can verene kadar güreşmişlerdir.
Anadolu Türklerinin parmaklar arasına sicim gererek oynadıkları sicim oyunu Atabaşkan ve Keçuva kabilelerinde de oynanmaktadır. Üstelik figürler ve isimler de aynıdır. Misal Anadolu’da bir figüre yıldız deniliyorsa, Kızılderililerde de yıldız denmektedir.
İnka’lar kök sülalesine “Ay-ullu” yani ulu soy demekle beraber, kendi yöneticilerine Kur-Hakan demekteydiler. İnka’lar çocuklarına bir kahramanlık gösterene kadar ad vermezlerdi. Ad verme işlemi merasimle yapılırdı. (Dede korkut destanlarından Boğaç Han destanı hatırlanırsa, orada da çocuk bir kahramanlık gösterdikten sonra ad almış ve bu ad alma işlemi de bir törenle gerçekleştirilmiştir.) bir kişi ölene kadar bir düzine ad ve nam sahibi olabilirdi.
Kına yakma bütün Kızılderili kabilelerinde, Anadolu ve Orta Asyalı Altaylılar gibi uygulanmaktadır. Beşik kertmesi töresi aynı şekilde yaygın bir töredir.
İnkalarda aşağı sınıftan yani “Kara budun”dan olan birisi bir boğayı öldürmeden evlenme hakkı kazanamazdı.
Mohavk ve Atabaşkan kabilelerinde Kore Türkleri olan İlu’lar gibi, nişanlı kızlar saçlarına nişan tüyü takarlar.
Loğusa kadın bütün Altaylılar olduğu gibi kutsal sayılır. Loğusanın kırkını yaparlar. Ölülerini bütün Altaylılar gibi, silahları ve atı ile birlikte “Kur-gan”lara gömerler. Kan davası bir töre olarak uygulanır.
Cenaze merasimlerinde bütün Altaylılar gibi ölü ağlayıcıları tutarlar. (Anadolu’da, Ankara yöresinde bu gelenek “Yasçı Tutmak” olarak yakın zamana kadar uygulanmaktaydı. Son zamanlarda azalmış durumdadır. Aynı gelenek yine Ankara il sınırları içindeki Kürt köylerinde de uygulanmaktaydı ve halen uygulanıyor.) Mayalar ölüm yıl dönümünde “Yıl aşı” verirler, cenaze törenlerinde erkekler yüzlerine kara boyalar sürerlerdi.
Toltek Kızılderililerinin gebelik ve bereket tanrısı “Tez Katlı Poka” (Tez katlı boğa)dır. Kızılderililerde cennet ve sırat köprüsü kavramı vardır. Cennete Vakui (Akui- Altından ırmaklar akan yer) derler.
Siu Kızılderilileri’nin 1870 yılı sonlarında Papıti, Muhave, Kalamat, Şoson, Irok gibi kabilelerinde “Hu” çekerek Bektaşi semahlarına benzeyen ayinler yaptıkları da tespit edilmiştir.
Şinok dilinde “Potlaç” denilen değiş tokuş sistemine de yine Eski Türklerde rastlanmaktadır. Sosyal eşitliği ve yardımlaşmayı amaçlayan, herkesin elindeki eşyalarını ve yiyeceklerini ortaya döküp ihtiyacı olanların almasının sağlandığı bu törenlerin Orta Asya doğup Kızılderililerce Yeni Kıta’ya yayıldığı varsayılıyor.
İnkalarda Kopuz benzeri bir saz kullanıldığı tespit edilmiştir. Aztek ve Mayalar “Ç-şıra” (şıra) isimli içki içerler. İnkalar ise bu içkiye “Çira” derlerdi.
Sibirya’da yaşayan insanların, geyik boynuzlarından “mızrak atan” aletler geliştirmiş oldukları kayıtlara geçerken bu mızrak atan aletlere Aztek dilinde “atl–atl (atıl–atıl) denildiği tesbit edildi.
Sanat Üslubu
Olmek heykelleri tesadüf denilemeyecek kadar kadar “ETRÜSK’lerinkine benzemektedir. Etrüsk-Olmek heykelciklerindeki benzerlikleri ilk açığa çıkaran Floransalı bir Etrüskologdur.
SÜMER’lerle birçok bağlantıları tespit edilmiş Etrüsk(Tirsk) kavminin Türk soyundan olduğu Prof.Dr.Brandestein ve Adila Ayda gibi birçok isim tarafından ileri sürülmektedir.
Çin’in Türk soylu “ÇU” sülalesi -ki Türk kökenli oldukları kabul edilen bir gerçektir, son çağlarındaki klasik dekoratif sanat üslupları Olmek’lerin Vera Cruz bölgesinin ve Tajin stillerinin aynısı gibidir. İnka’ların
Titihaka gölü çevresindeki ata heykelleri, Gök-Türklerin “Balbal”larıyla aynı stildedir.
İnka’lardan önceki Peru medeniyetlerinin (Çimu – Aymara) çana-çömlek üzerindeki geometrik desenleri ve daha sonraki dönemlerde görülen “başı arkaya dönük” hayvan motifleri, Türk-Hun Bozkır Sanatı olan “Hayvanlı Sanat”ı ve kilimlerin benzerlikleri kültürler arasındaki etkileşimin bariz örnekleri durumundadır.
Tüm bu bilgiler ışığında yerli yabancı birçok bilim adamı Kızılderililerin kökeni ve biz Türklerle olan bağları konusunda uzlaşmış ve birbirlerini doğrular nitelikte eserler vermişlerdir.
Peki Kızılderililer bu konuda ne düşünüyorlar?
- Türk kurultay’ına katılan M. Franklin Keel ise bu konudaki görüşlerini şöyle ifade etmiş: “DNA testlerinde Kızılderililerin Türk asıllı olduklarının anlaşıldığını, ben Türk kurultayına katılarak ve Türkiye’de bulunmak suretiyle daha iyi hissettim. Biz Kızılderililer Türk olmaktan çok mutluyuz… Amerika’da birçok bölgede yer isimleri Türkçe olduğuna dair bazı bilgiler vardır. Ama bu konu, derinlemesine araştırılmadı. Türk Dünyası kurultayına katılmaktan çok mutluyum. Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan Türkler, bu kurultayda toplanmışlardır. Kurultayı çok güzel buldum. Burada çok değişik topluluklar temsil ediliyor. Kültür alışverişinde bulunuyorlar. Kültür çok önemli bir faktör. Türk insanında tespit ettiğim en büyük hazinenin, kalplerinin zenginliği olduğunu gördüm. Dostlukların samimiyeti ve derinliği, bu samimiyet ve derinlik biz Kızılderililerde de aynen böyledir. Yakut Türkleri ile tanışma fırsatım oldu. Çok nazik ve kibar insanlardı. Tıpkı benim kuzenlerim gibi gözüküyorlardı. Benzerlikler çok fazla… Bozkurt, biz Kızılderililerde de semboldür. Hatta Kızılderililerde Bozkurt isimli kabile vardır. Eğer buraya Amerika’daki Kızılderililerden daha çok getirmek kısmet olsaydı, onlar da sizinle görüşmekten çok çok mutlu olacaklardı, tıpkı benim gibi. Gidince Türk asıllı insanlarda gördüğüm, bizimle aynı olan özellikleri kabileme anlatacağım… ”
Benim Kızılderililerle ilgili izlediğim bazı belgesellerde kimi kızılderililerin Asya’dan göç ettiklerini kabul etmedikleri dikkatimi çekti. Yakima Kızılderilileri’nin Büyük Reisi Veninock 1915 yılında görüşlerini açıklarken şunları söylemiş:
“Biz buraya Gök Tanrı tarafından yerleştirildik. Ben bu topraklara ne başka ülkelerden getirildim, ne de geldim. Ben buraya Gök Tanrı tarafından özel olarak gönderildiğimi biliyorum.”
Sunay Akın’ın “Kız Kulesi’ndeki Kızılderili” adlı kitabının “Kızılderililer Türk Mü? ” başlıklı yazısında Mehmet Bayhan’ın başından geçen bir olay yer alıyor: ” Fotoğraf Sanatçısı Mehmet Bayhan, 1994 yılında New Mexico eyaletinde bulunan bir Kızılderili köyünü ziyarete gider. Yaşlı bir Kızılderili’nin oturduğu barakada genç bir müzisyen flüt ile çaldığı ezgilerle dolu olan kasetini satmaktadır. Yaşlı adama “Ben Türk’üm sizlerle akrabayız” diye seslenen Bayhan, yanıt alamasa da sürdürür konuşmasını:
Sizler yüzyıllar öncesinden Asya’dan göç eden bir Türk Kolusunuz!” Sözlerine karşılık verilmeyişine bozulan Mehmet Bayhan bir kaset satın alır ve kamptan tam çıkacakken oturduğu köşede bir heykel gibi kımıltısız duran yaşlı Kızılderili sessizliğini bozar: “Çok uzak değil mi? ”
Aynı yazı Sunay Akın’ın Cumhuriyet Gazetesi’nde okuduğu bir haberle bitiyor: “Yaşlı bir reise Kızılderililerin Bering Boğazı’ndan geçerek Amerika’ya gelen Türkler olduğu söylendiğinde yanıtı şöyle olmuştu:
Olabilir. Tıpkı atalarımızın aynı yoldan gidip Türklerin Kızılderili sayılabileceği gibi! ”
Tarih ve bilim bunu kanıtlamış olsa da onların kabul etmemesi gayet normal. Zorla toprakları ellerinden alınan, vahşice katledilen, vatanlarından sürülen bu insanlara kalkıp bir de “Zaten siz buraya Asya’dan geldiniz! ” demek belki de biraz acımasızca…
Nereden gelmiş olurlarsa olsunlar Amerika onların vatanı… Ama tüm bu kanıtlar ışığında şu da bir gerçek ki bizler akrabalarıyız…